Doğulu Ailesi – F. Nezahat ( Sabiha ) ORHON

3 Ağustos, 2014
Soldan sağa: Süheyla, Semiha, Sabiha, Mediha, Meliha -1933

Cumhuriyet’in Beş Kızkardeşi – Soldan sağa: Süheyla, Semiha, Sabiha, Mediha, Meliha 1933

Bu yazı Elmalı-Antalya’da doğup, ömrünün büyük kısmını Beşiktaş’ta geçiren bir hanımın hayat özetidir. Yazı aynı zamanda Türk kadınının 1920-1950 arasındaki yaşamını göstererek, bugüne ışık tutmaya çalışmaktadır.

“Kibar Nezahat”

Kabataş’taki İnönü Lisesi (şimdi Ticaret Lisesi) öğrencisi iken “Kibar Nezahat” diye tanınırdı. Aile içinde kullanılan adı ise Sabiha, kısaca “Şaboş”tur. O zamanlar Beşiktaş – Çırağan’da Çitlenbik Sokak No:34’te anne, baba ve 4 kızkardeşi ile oturuyordu. Kıztaşı, Fatih’teki kiralık bir evden, babalarının Tuğbay (Tuğgeneral ile Albay arası rütbe) olarak emekliye ayrılması üzerine 3500 (üçbinbeşyüz) liraya Beşiktaş’ta aldıkları bahçe içinde 3 katlı Boğaz manzaralı eve taşınırlar. Bu taşınış, Sabiha (Fatma Nezahat) Hanım için Beşiktaş ilçesi sınırları içinde yaşanacak 50 yıllık bir yaşamın başlangıcı olacaktır. Sabiha (Fatma Nezahat) Hanım 1921 yılında babasının Askerlik Şube Başkanı olarak görevli olduğu Elmalı – Antalya’da doğdu. Başka bir deyişle kendisi aslen Antalyalı’dır. Doğum günü tam olarak bilinmiyor. Kendisine sorulduğunda babasının doğumunu Kuran-ı Kerim’in bir sayfasına “Nezahat hasat zamanı doğdu” diye not düştüğünü söyler. Bu Kuran zaman içinde kaybolmuştur. Osmanlı devlet düzeninde ‘özlük kayıtları’ tutulamadığı için 1930 yılından önce doğan kişilerin büyük çoğunluğunun doğum günü belirsizdir. Sabiha (Fatma Nezahat) Hanım’ın ailesinin büyük bir bölümü Erzurum’da yerleşmiş göçmenlerden oluşmaktadır. Baba tarafı aslen Ahıskalı’dır. Anne tarafının ise Niş – Trakya göçmeni olarak gelip Erzurum’da Kümbet köyünü kurduğu söylenir. Erzurum’un yerlisi olan Kuyumcu Ali’nin Niş göçmeni Firdevs Hanım ile evlenmesinden Emine Hanım doğar. Ailelerin “Kümbetlioğlu” ve “Gemalmaz” olarak tanındıkları biliniyor. Baba tarafından Selahattin Demircioğlu, Orgeneral olarak anne tarafından ise Hikmet Kümbetlioğlu Vali ve Danıştay 8. Daire Başkanı olarak görev yapmışlardır. Sabiha (Fatma Nezahat) Hanım’ın babası Ahmet Necmettin Efendi 3 yıl İdadi (hazırlık), 3 yıl da Harbiye’de okuyarak 1900 yılında Harbiye’den Süvari Subayı olarak mezun olmuştur. Subaylık görevinin büyük bir kısmını Irak’ta bulunan 4. Orduda yapmış, 1907 yılında 21. Süvari Alayı’nda Üsteğmenliğe, 1911’de 4. Ordu 24. Süvari Alayı’nda Yüzbaşılığa terfi etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndaki yararlılıklarından dolayı Osmanlı Devleti’nin “Harp Madalyası”nı, ve 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’nin Kırmızı Kurdeleli İstiklal Madalyası’nı almıştır.

Necmettin Bey, Mediha, Meliha, Emine Hanım -Kars 1923

Aile Fotoğrafı – Necmettin Bey, Mediha, Meliha, Emine Hanım -Kars 1923

Emine Hanım 16 yaşında iken 1912 yılında Ahmet Necmettin Efendi ile evlenir. Bu evlilikten beş kız çocukları olur: Mediha, Meliha, Semiha, Sabiha ve Süheyla. Aile değişikliğe açık, kişisel özgürlüklere saygılıdır. Ailenin yaşadığı günlerin şartlarına göre devrimlerden önce batılı giyime ayak uydurmasının en güzel kanıtı Cumhuriyet’in kuruluşundan evvel Kars’ta 1923 yılında çekilen bir fotoğraftır. Beş kızkardeşin 1933 yılında çektirdikleri fotoğraf da tam anlamıyla yaşama dönüktür. 1930 ve 1940’lı yılların Batı etkisi aileyi de etkileyecek ve kardeşler o yıllarda Fransız etkisiyle yakınları arasında Medoş, Meloş, Semoş, Saboş diye anılacaklardır. Aile, çocuklarını İstanbul’da yaşamanın sunduğu eğitim imkanlarından yararlandıracak ve evli olan Mediha hariç, Meliha ve Semiha Tıbbiye’yi bitirip Doktor olacak, Sabiha Hukuk Fakültesi’ne devam edecektir. Tıbbiye son sınıf talebesi Süheyla ise 1947 yılında hayata veda edecektir. Aile 1934 yılında Soyadı Kanunu uyarınca kökenlerini gözönüne alarak “Doğulu” soyadını almıştır. Kardeşler evlenince (Mediha) Oktay, (Semiha) Günay, (Meliha) Güvener, (Sabiha) Orhon soyadlarını alırlar.

Emine Doğulu, bir Tuğbay eşi olmasına rağmen yaşadığı çevrenin ve erken evliliğin getirdiği sorumluluklar sonucu okuma-yazma bilmemektedir. Okuma-yazmayı beş çocuk sahibi olduktan sonra 1928 yılında Harf Devrimi sırasında kocası akşamları kendisine ders vererek öğretecektir. Emine Hanım kocasının kendisi ile beraber yazdığı defterleri 1958 yılına kadar saklamıştı. Daha sonra bir taşınma sırasında bu defterler kayboldu. Ben anneannemin yanında kalıp ilkokul 4. sınıfa gittiğim 1954 yılında anneannem hergün Cumhuriyet Gazetesi okurdu, ve bu alışkanlığı öldüğü 1978 yılına kadar devam etti. (Bu satırların yazarı anneannesinden miras aldığı bu alışkanlığı halen sürdürmektedir)

Yeni harfler

İlkokul 1. Sınıf – Öğretmen Gültekin Bey’le, Urfa 1928

Sabiha (Fatma Nezahat) ilkokula yeni Türk Alfabesi’nin uygulandığı 1928 yılında Urfa’da başlar. Babası Cenup (Güney) Hudut Kumandanı’dır. İlkokul fotoğraflarında yeni Türkiye’nin Urfa ilinde 1928 yılında öğrencilik hayat ve giyim tarzının etkileri gözlenmektedir.

Urfa 1928

İlkokul 1. Sınıf  (Saboş, öğretmenin solunda)  – Urfa, 1928

 

1928 yılı fotoğrafında önden ikinci sıra, soldan üçüncü kız öğrenci Lamia Hanım’la arkadaşlıkları, tesadüfen eşlerinin de arkadaş olmaları nedeniyle ömür boyu sürmüştür. Bu satırlar yazılırken 75 yıllık arkadaşlıkları hala devam etmektedir. 1933 yılında arkadaşı Güzin Hanım ile Urfa’da çektirdikleri fotoğrafta da Cumhuriyet döneminin gençliğe aşıladığı özgüveni çok belirgin olarak görüyoruz.

Arkadaşı Güzin ile -Urfa 1933

İlkokul 5. sınıf – Arkadaşı Güzin ile  Urfa, 1933

Güneydoğu Anadolu yaşamları babalarının emekli olup İstanbul’da Fatih – Kıztaşı’na taşınmaları ile son bulur. Necmettin Bey’in (kendisine artık “efendi” değil “bey” diye hitap edilmektedir) emekli maaşı ile aldığı evin inşaatı 1935 yılında biter ve Beşiktaş – Çırağan’da üç katlı bahçe içinde Boğaz manzaralı evlerine taşınırlar. Necmettin Bey yeni evinde bir yıl yaşar ve 1936 yılında 58 yaşında vefat eder; arkasında yeni evli olan Mediha ve Lise-Üniversite öğrencileri olan dört kız bırakarak. Babalarının ölüm acısının ardından aile en küçük kardeşleri Süheyla’nın ölümüyle ikinci kez sarsılacaktır.

 

Öğrenci pasosu ve tramvay kartı

İnönü Kız Lisesi 1938-1939 – Öğrenci pasosu ve tramvay kartı

 

 

Beşiktaş’a taşındıktan sonra Kabataşta’ki İnönü Kız Lisesi’ne 776 numara ile kayıtlı olan Fatma Nezahat 1939 yılında mezun olur. 1939 yılının İstanbul Ulaşım Şebekesi sınırlarını görmekteyiz.

 

Hukuk Fakültesi 1. Sınıf 1939-1940

Hukuk Fakültesi 1. Sınıf 1939-1940 – Öğrenci pasosu ve tramvay kartı

 

 

Burada küçük bir ayrıntı göze çarpıyor; lise öğrencisi sadece ev-okul (Ortaköy-Kabataş) arasında paso kullanabilirken, üniversite öğrencisi artık sınırsız gezme hakkını kazanmıştır. İstanbul Lisesi arkadaşlıklarını da ömür boyu sürdüren Sabiha (Nezahat) Hanım, Rahşan, Güzin, Fıtnat Hanım’larla halen ilişkisini sürdürmektedir. Lise mezuniyetinden sonra Sabiha (Nezahat) Hanım İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştır. İstanbul Üniversitesi o yıllar Avrupa’daki baskılardan kaçarak Türkiye’ye yerleşen Alman asıllı profesörlerin getirdiği ruhla aydınlık günler yaşıyordu. Nezahat Hanım Prof. Ernst Hirsch’ten ders almış olduğunu yeri geldikçe belirtmektedir. 1940 yılları başında Necmettin Bey’in Harp Okulu’ndan arkadaşı Zihni Orhon’un en büyük oğlu Teğmen Özdemir Orhon, Sabiha Hanım’a olan ilgisini belli etmeye başlamıştır. Özdemir Bey sık sık motorsikletle Beyazıt’a gider, Sabiha Hanım’ın üniversiteden çıkışını beklerdi. Zihni Bey son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın İngilizlerce kapatılması üzerine Ankara’da Birinci Millet Meclisi’ne katılmış, iki dönem Kars Mebusu olarak görev yapmıştır.

31 Ekim 1941

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Her iki genç birbirini sever ve 31 Ekim 1941 yılında evlenirler.

Fatma Nezahat Hanım Özdemir Bey ile

 

 

 

 

 

Özdemir Bey’in mesleği gereği 17 yıl içinde Ankara- Dörtyol-İskenderun- Maraş- Ankara- Hadımköy- Erzurum- Ankara olmak üzere 8 yer ve ev değiştirirler.

Kimliğin eşinin ad ve meslek tanımı ile ilintili olması dikkat çekicidir

Kimliğin eşinin ad ve meslek tanımı ile ilintili olması dikkat çekicidir

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul’da bir oğul (Gültekin), Ankara’da bir kız (Gülçin) ve Dörtyol’da bir kız çocuğuna daha (Türkan) sahip olurlar.

Maraş 1948

Maraş 1948

Bu arada Özdemir Bey, Kurmay Albay olmuş daha sonra 1958’de görevli olarak gittiği Nato – Paris’te geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Babanın genç yaşta ölümü üzerine aile Ankara’dan İstanbul’a taşınır. Önce Çırağan sonra Esentepe’de oturur, en sonunda Bebek’e yerleşirler. Sabiha Hanım 1958 yılında 16, 13 ve 11 yaşındaki üç çocuk ve hayatın kendisine yüklediği sorumluluklarla aile reisliğini üstlenir ve bir bankada çalışmaya başlar. Çalışmayı bıraktığında üç çocuğunu da okutmuş ve üniversite mezunu olmalarını sağlamıştır.

1965 yılı Gültekin’in Mezuniyet Töreni – Soldan sağa Ahmet Güvener, Meliha Güvener, Türkan Orhon, Sabiha Orhon, Gültekin Orhon, Emine Doğulu, Lemi Günay, Servet Güvener, Semiha Günay, Gülçin Orhon

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha sonraki yıllarda ise çocuklarının her biri evlenir ve Sabiha Hanım beş torun sahibi olur (Nur, Didem, Ayşe, Ceyhun ve Orkun).

Saboş

Sabiha Orhon 81 Yaşında

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gültekin Orhon – Eylül 2003

 

 

 

 

 

 

Ayrıca Söz Uçar isimli blogu için: http://orhon.wordpress.com

 


ŞİKE yapmak artık utanç değil, gurur eylemi olacak!

17 Kasım, 2011

Şike, toplumumuzda yakışıksız ve olumsuz bir olayı tanımlar.

** ** **
şike Fr. chiqué a.

1. sp. Bir spor karşılaşmasının sonucunu değiştirmek için maddi veya manevi

bir çıkar karşılığı varılan anlaşma.

2. mec. Bir çıkar karşılığı, uzlaşarak bir iş yapma, aldatma: Bu işte şike var.
Güncel Türkçe Sözlük

** ** **

Düzgün ve ilkeli bir toplum içinde şike yapanlar elbet olur, ama o toplum bu

eylemi yapanları kınar, cezalandırır.

Türkiye uzun bir süredir, Fenerbahçe’nin şike olayını tartışıyordu. Bu konu

yakında kapanacak. Bedeli ise Türk toplumu için çok ağır olacak. Bu konuda

TBMM’de ‘evet’ oyu verecekleri bugünden kınıyorum.

“Cezaevinden tahliye başkanlıktan tasfiye- 17 Kasım 2011

Şikede cezalar düşüyor

Şike, ağır ceza olmaktan çıkarılıp, 5 yıllık ceza alt sınırı 1 yıla indirildi. Buna

karşılık soruşturulan kulüp yöneticisi, hakim kararıyla kulüpten tasfiye

edilebilecek……

Kulüpler Birliği yöneticilerinin bir süredir Meclis’te yürüttüğü kulis dün meyvesini

verdi… TBMM’deki dört partinin grup başkanvekillerinin ortak imzasını taşıyan

teklife göre, bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir

başkasına kazanç veya menfaat temin eden kişiye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis

cezası verilecek.”

http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/19261232.asp

Türk toplumu buna layık değil, hepimiz birden şike yapanları kucaklayıp,

yeniden göklere çıkartamayız. Bu konu yasalaşırsa ki, sanırım öyle olacak, bu

her birimiz için bir ‘utanç’ olacaktır.


Başbakan’ın Türk Dili Kullanımı 2- (Romanlar)

5 Ocak, 2011

(İlk yazım 5 Ocak 2011)

Başbakan’ın Türk Dilini kullanımını ile ilgili iki örnek vermek istiyorum. Türk Toplumunu ve Türk Dilini ne kadar tanıdığı konusuna ise siz karar verin. Her iki örnek de AKP Grup Toplantıları notlarından alınmadır. (*)

4 Ocak 2011, Salı günlü toplantı(Soldaki yazıyı tıklarsanız çıkacak sayfada 4 Ocak 2011 günlü sekmeyi tıklamanız gerekiyor.)

Bu toplantıda Başbakan şu sözleri de söyledi; “…..Toki’nin yaptırdığı….bu konutların içerisinde yoksul olanlara, hiç imkanı olmayanlara yönelik yapılan konutlar var, Roman kardeşlerimiz için yapılmakta olan konutlar var.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin konut haritasını da böylece değiştirdik. Çünkü, istiyoruz ki şehirlerimizin özellikle kentsel değişimi ve dönüşümü de gerçekleşsin. Başarılı olabildik mi? Bakın başarılı olduk demiyorum. Niye? Çünkü, vatandaşımla bu konuda henüz anlaşamıyoruz. Yani oturduğu yer ne kadar kötü olursa olsun oradan çıkmak istemiyor. Diyoruz ki size daha güzel konutlar yapalım, gelin şuraları değiştirelim, yok. Oturduğu yerden çıkmak istemiyor. Neticesi ne olursa olsun çıkmak istemiyorlar. Bunun için de tabi valilerimize, kaymakamlarımıza, belediye başkanlarımıza çok görev düşüyor. Beraber bunu yapacağız, şehirlerimizi daha modern hale getireceğiz. İnsanca yaşamanın erdemine bütün vatandaşlarımızı kavuşturmamız lazım, ulaştırmamız lazım, bunu başarmamız gerekiyor.

……Ve bugün burada sizlere hemen bir ifadeyi kullanacağım. Misafirimiz olan Roman kardeşlerimin çok güzel bir sözü var. Evde oturan ölür. Doğru mu? Şimdi Balık Ayhan’la bizim söylem dilimiz uyar birbirine. Evet, biz bir evde oturmadık veya evde oturmadık. Biz milletin derdiyle yollara düştük, biz ülkenin derdiyle yollara düştük. Biz bölgemizin, ülkemizin derdiyle, dünyanın dertleriyle hak için, hukuk için, barış, huzur ve kardeşlik için yollara düştük.”

Özetlersek; TOKİ Romanlara da apartman daireleri vermeye kalkmış, Romanlar istememişler. Romanların bir atasözü varmış, “Evde oturan ölür.” Başbakan da ölmemek (vaktini boşa geçirmemek) için yollara düşmüş, dertliye derman oluyormuş.

Roman atasözünü lütfen bir de onların binlerce yıllık yaşamı biçimlerini de gözönüne alarak düşünün. Ne anlam verirsiniz? Bir yorum onların yaşamlarını irdeleyen şu yazıda var; “……..nedeni bence, özel mülkiyet duygusundan yoksun olmalarıdır. Onlar, nasıl göğün, yıldızların sahibi yok ise hiçbir şeyin de sahibi olmamalıdır, diye düşünürler. Ömürleri bir yolculuktur. Ve yine onlar derler ki, “Evde oturan ölür”… Bu minik atasözü bu halkın kimliğini ortaya çıkarmaya yeterlidir aslında…”

Türkler Anadolu’ya göçer olarak geldiler. Genel olarak Türkmen ve Yörük olarak adlandırılan gruplar 1850’lere kadar göçer olarak yaşamlarını sürdürdüler. 1850’lerdeki Tanzimat Reformları arasında göçerlerin yerleşik düzene geçirilmesi de vardı. Geçtiğimiz 150 yıl içinde yerleşiklik büyük ölçüde gerçekleştirildi. Bu konuda bir tıp doktorunca yazılmış kitapta göçerlerin “er’in başında çadır olmalı” gibi bir deyim de anımsıyorum. O deyim “evde oturan ölür” ile aynı anlam ve düşünüş biçimini yansıtıyordu.

Bu açıklamaların ışığında altında söyleyebileceğimiz tek şey, “Romanların “evde oturan ölür” atasözünü yöneticilerimizden bir tek Başbakan anlamış, ama o da “yanlış anlamış.”

Erdoğan yollara düşeceğine, önce Sulukule gibi yerleşim merkezlerini yandaşlarına peşpeş çekmemeli, sonra da Romanların binlerce yıllık töre ve yaşama biçimini değiştirtmeye uğraşmamalıydı. Sık sık adını ettiği “demokratik yaklışım”ın özü de budur. Başkalarına yaşam biçimleri dayatmak en affedilmez suçtur çünkü herkesin sadece bir tek yaşamı vardır ve onu istediği gibi yaşamalıdır.

(*) Öteki örnek için tıklayınız.


Başbakan’ın Türk Dili Kullanımı 1 -(arap ne demektir)

5 Ocak, 2011

(İlk yazım 4 Ocak 2011)

Başbakan’ın Türk Dilini kullanımını ile ilgili iki örnek vermek istiyorum. Türk Toplumunu ve Türk Dilini ne kadar tanıdığı konusuna ise siz karar verin. Her iki örnek de AKP Grup Toplantıları notlarında vardır. (*) Öteki örnek için tıklayınız.

15 Haziran 2010 günlü toplantı– (Bu sayfada 15 Haziran günlü sekmeyi tıklamanız gerekiyor.)

Bu toplantıda Başbakan şu sözleri söyledi; “…Bizim Arap ülkeleriyle, Arap dünyasıyla, Ortadoğu’yla ilişkilerimiz ne zaman yakınlaşsa, başta o manşetler olmak üzere belli bir propaganda kampanyası başlatılıyor. Bunu defalarca gördük, defalarca yaşadık. Bu ülkeye gelen Arap turistlere karşı basın yoluyla ırkçılık yapıldığı zamanlar oldu. Af edersiniz, bu ülkede köpeğine veya köpeklere Arap ismi takanlar oldu. Çağırırken Arap Arap Arap diye çağıranlar oldu, bunları hep yaşadık, gördük. Bu bir ırkçılıktı, bu akımları gördük……

Arap sözcüğünün Ortadoğuda yaşayan bir kavime olduğu kadar Osmanlı zamanında esir olarak getirilmiş olan zencilere de verildiğini; bu nedenle de zaman içinde kara/ siyah anlamında da kullanıldığını 30 yaşını geçmiş hemen her Türkçe konuşan bilir. Bu deyimi bu Başbakan ve kendisine konuşma hazırlayanların bilmemesine şaşmamakla beraber, yakışık bulduğumu da söyleyemem.

Başbakan sadece bir konuda haklı olabilir; Zenci de olsa, Arabistan yarımadalı arap da olsa, çingene de olsa bir topluluğun adının köpeğe verilmesi yadırganılabilir. Benim kuzenim de köpeğine Rusya’da hem erkek, hem de kadın adı olarak söylenen “Saşa” adını vermiş. Rusların bu duruma çok önem vereceğini de, şaşıracağını da sanmıyorum.

Bu konuda Atasözleri ve Deyimler Sözlüğüne bakarsak;

*arap gibi olmak – simsiyah olmak, kararmak. -Deyim
*arap olayım – söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için “söylediğim söz doğru değilse kararayım, esmerleşeyim” anlamında kullanılan bir söz: Yalan söylüyorsam arap olayım. Deyim
*arapsaçı gibi – karmakarışık. – Deyim
*arapsaçına dönmek – işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.

*********
Büyük Türkçe Sözlük (çıkan sayfada boşluğa arap yazmanız gerekir)

*arap, -bı – a. hlk. 1. Fotoğrafın negatifi. 2. Fellah. Güncel Türkçe Sözlük
*arap- Kara kabak: Bugün bir arap pişirelim. – Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
*arap- < Ar. arab: arap, (masal kahramanı) zenci – Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
*arap- 1. Arap. 2. Zenci – Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü
*Arap, -p'ı- Ar. ¤arab- öz. a. (arabı) 1. Orta Doğu ile Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse. 2. sf. mec. Koyu esmer.

http://tdkterim.gov.tr/bts

********

(*) Aslında TBMM çatısı altında yapılmakta olan bu toplantılara neden Grup Toplantısı dendiğni de anlıyor değilim. Toplantıda bir grup insan bulunur ve hepsi konuşurlar, hiç değilse bazıları konuşur. Ülkemizin Vekilleri ise (yani bizim vekillerimiz) bu toplantılara ders dinlemeye giderler. Bu üç parti için de böyledir. Televizyonda gördüğümüz bu durumu parti siteleri de belgelemektedir. İnanmıyorsanız Akp’nin, CHP’nin ve MHP’nin internet sayfalarına bakın. Aslında, AKP’ye haksızlık etmeyelim, onların siteleri ötekilere göre çok daha düzenli ve kurumsal.


Reklâmda Özensizlik

14 Ocak, 2009

(İlk yazı- 14 Ocak 2009)

Vestel Elektronik bir reklam yayınlıyor.

turkcesi-varken-vestel-090114

“Teknolojinin Türkçesi olduğunu söyleyen  Vestel, ‘printer’in türkçesinin ‘yazıcı’ olduğunu bilmiyor”  desem olmaz.

Bu özensiz ve düzensiz reklâm için iki ayrı deyimimiz aklıma geldi;

– “Sağ elin yaptığını sol el bilmiyor.”

-“Ağzından çıkanı kulağı duymuyor.”

Ayrıca PC ‘yi de “piysi”  diye okumamızı bekliyor olmalılar.


Yaz Okulu – Lions İlköğretim, Küplüce- Üsküdar

5 Temmuz, 2008

4 Temmuz Cuma günü  Üsküdar Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘nin yürüttüğü  Yaz Okulu’nda ders verdim.  Yaş ortalaması 10 olan 19 öğrenciyle beraber ders yaptık.  Ana konumuz “Çevre” idi.  Konuya giriş olarak insanlığın yaklaşık 5,000 yıl önce Mısır Piramitleri ile belgeli/ kalıcı yapı vermesine rağmen bu 5,000 yıl boyunca çevre ve dünya ile barışık olarak yaşadığını , son 150 yıldır ise milyonlarca yılda biriken kaynaklarını bitirmek üzere tükettiğimizi anlattım.  İkinci bölümde İstanbul’un konumunu ve pis sularımızın nasıl İstanbul Boğazına dökülüp Karadeniz’e döküldüğünü konuştuk.  Daha sonra okulun çevresinde yürüyerek yerleşim birimlerinde özel ve kamu alanlarını örneklerle konuşup, Belediyelerin asfaltı sökmeden üstüne asfalt dökerek, evleri ve dolayısı ile şehri nasıl gömdüklerini örneklerle gösterdim.

Bu konuları anlatırken dağılan dikkatleri Çağdaş Yaşam ekibinin de uyarıları ile toplamak için aralar verip, bulmacalar ve bir kaç hikaye anlattım.  Anlattığım konuların sonucun üzerine atlamadan önce yeterli ve metodik düşünerek, sorgulayarak çözüm bulunması gerektiğini anlatmaya çalıştım.

Yaz Okullarının geleceğin toplumunu geliştirmede büyük katkıları olduğunu düşünüyorum.   Yaz Okulları düzenleyen bütün kurumları kutlarım. Bu okullar öğrencilere değişik öğrenme yöntemleri ve konuları öğrettiği gibi, ders verenlere de çok yararlı oluyor.  Bu yıl iki kez ders verdim.  Bu yaşımda çok şey öğrendim.

Bu satırları okuyan kişilere bu ve buna benzer girişimlere destek vermelerini, katkıda bulunmalarını içtenlikle öneririm.

Yaz Okulu’na katılan gençler; Berkay Fazla, Mustafa Özleyen, Suat Albayrak, Batuhan Şahin, Cihat Şahin, Eliç Türkoğlu, Aleyna Çoban, Hacer Akbayrak, Beyzanur Menteşe, Sanem Edabali, Hilal Avcı, Rümeysa Alarçın, Serap Terli, Batuhan Menteşe, Genco Güven, Şehnaz Güven, Fahrettin Çalışkan, Muhammed Semih Özdemir, Emine Özdin.


Haberi Yanlış Sunup, Düşmanlık Yaratmaya Çalışmak

2 Temmuz, 2008

Karşılaştırmalı belgelemek için, ibret için aynı özellikleri taşıyan iki ayrı günde bir gazetemizin yaklaşımını aşağıda sunmak istiyorum.

14 Mart 2008 Cuma  geç saatte Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya  AKP’nin kapatılması  davasını açar. İlk İKMB borsa günü 17 Mart Pazartesidir.  18 Mart Salı günü Zaman Gazetesi birinci sayfadan iri puntolarla haberi geçer,

Zaman-20 Mart 2008 BaşsayfaDavanın Faturası 20 Milyar Dolar”.  “…..Türk       ekonomisi ‘kara pazartesi’ yaşadı. Davanın bir günlük zararı 20 milyar doları buldu. Borsa’da yüzde 7,46 ile tarihî düşüşlerden biri gerçekleşirken Euro 2, dolar 1,275 YTL’yi gördü….”

Aslında 20 Milyar Doları kimse kaybedip, başkaları bulmadı. Bu tümce tümüyle yanlıştı.  En azından Borsa’nın %70’inin yabancıların elinde olunduğunu ABD’de yaşayan Fethullah Gülen bile öğrenmişti. Ayrıca bu para Türkiye’de hayır işlerine yatırılacak gibi bir şekilde sunulmuştu ki bunun aslı esası olmadığını da Zaman yönetimi biliyordu; “ buharlaşan paralarla 2.000 hastane, 20 bin okul, 220 bin daire, 2.500 km otoyol yapılabilirken, 80  bin işsize iş imkânı sağlanabiliyor.”  Amaç genel gazete okuruna “Başsavcı bu ülkenin 20 Milyar Dolar kaybetmesine neden oldu” mesajını vermekti ve Zaman Gazetesi verdi.  Yazının tamamı için bakınız (1)

 Aradan üç ay geçti, 1 Temmuz Pazartesi sabahı İstanbul Cumhuriyet Savcılığında çalışan bazı savcıların isteğiyle  ATO Başkanı Sinan Aygün, iki eski Ordu Komutanı, bir eski AKP Milletvekili’nin de içinde olduğu 21 kişi sabah 06’da tutuklanmaya başlandı.  Aynı gün İKMB % 5.3 düşerek, 11 Milyar Dolar geriledi. 

 

 

 

 

 Zaman Gazetesine göre dün ne Borsa düştü, ne dış dünyada itibarımız.  Yüzlerce okul ve binlerce iş de yitirilmedi.   Gazetenin birinci sayfasında Yargıtay Başsavcısı gene hedef gösteriliyordu.

Zaman Gazetesi’nin öngördüğü “doğru haber vermek, kardeşlik ve hoşgörü” bu kadardı. 

 

 

 

 

(1) ZAMAN GAZETESİ [İnternetin İlk Türk Gazetesi]  – Davanın faturası 20 milyar dolar 

Siyasî istikrarın bozulacağı yönündeki endişelere  küresel piyasalardaki olumsuz hava da eklenince Türk ekonomisi ‘kara pazartesi’ yaşadı. Davanın bir günlük zararı 20 milyar doları buldu. Borsa’da yüzde 7,46 ile tarihî düşüşlerden biri gerçekleşirken Euro 2, dolar 1,275 YTL’yi gördü. Faiz ise 18,35’e çıktı.

İlgili Haberler   Yazık oluyor…  Reformlara devam etmek tek seçenek

[HABER ANALİZ] Ekonomik reformları aksatırsa  endişeler artar.   Global piyasalarda ABD kaynaklı tedirginlik devam ederken  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AK Parti’ye açtığı kapatma davası Türkiye’de piyasaları altüst  etti. Borsa tarihî düşüşlerinden birini yaşarken faiz ve döviz  cephesinde yukarı yönlü bir hakeketlilik vardı. İstanbul  Menkul Kıymetler Borsası dün yüzde 7,46’lık düşüşle dünyanın  en fazla değer kaybeden borsası oldu. Seans içinde görülen  yüzde 9,2’lik kayıp, son 5 yılın en yüksek oranı olarak tarihe  geçti. Euro 2, dolar 1,2755 YTL’ye tırmandı. Hazine faizi de  yüzde 18,6’ya çıktı. Sadece Borsa’daki kayıp 13 milyar doları  geçti. Faiz ve kurdaki artış da eklendiğinde fatura 20 milyar  doları buldu. Bir günde buharlaşan paralarla 2.000 hastane, 20 bin okul, 220 bin daire, 2.500 km otoyol yapılabilirken, 80  bin işsize iş imkânı sağlanabiliyor. Bu rakam Türkiye’nin 2 aylık ihracatı ve enerji ithalatının yarısına denk. Ayrıca  Merkez Bankası’nın yarın yapacağı toplantıda faizleri değiştirmeyeceği neredeyse kesinleşti. “Maalesef kara  pazartesi senaryosu gerçekleşti” diyen uzmanlara göre piyasalardaki düşüşün nerede duracağı ise Anayasa  Mahkemesi’nin dava başvurusu hakkında vereceği kararla netlik kazanacak. Küresel dalgalanmanın hisselerin yüzde 72’sini elinde bulunduran yabancıları tedirgin ettiğini vurgulayan bir bankacı, “Demokrasinin  işleyişinde aksama mı olacak endişesi var şu anda. Risk primimizi kendi kendimize yükselttik.” dedi.
Amerika’nın önde gelen yatırım bankası Bear Stearns cuma günü  son 24 saatte likidite pozisyonlarının önemli ölçüde  kötüleştiğini ve JPMorgan ile New York Merkez Bankası’ndan  finansman sağlayacağını açıkladı. JPMorgan Chase, hisseleri 30 dolar civarında işlem gören Bear Stearns’ü hisse başına 2 dolara alacağını duyurdu. Piyasa değeri bu fiyat üzerinden 236 milyon dolar olan Bear Stearns hisselerinin yüzde 40 gerilemesi ve diğer finans hisselerinin de düşüşüyle dünya genelinde borsalar düştü. ABD borsaları cuma günü yüzde 2 civarında değer kaybetti. ABD Merkez Bankası (FED) ise iskonto faiz oranlarını pazar günü yüzde 3,5’ten yüzde 3,25’e indirdi  ve daha önce merkez bankasından doğrudan nakit alamayan büyük  finans şirketlerine nakit sağlamak üzere yeni bir program  hazırladı. Asya  Bankaları ise Bear Stearns’ün satışı ve FED’in  iskonto faiz oranlarında yaptığı acil indirimin, global kredi krizinde yeni kurbanlar olabileceği yönündeki kaygıları artırmasıyla Ağustos 2007’den bu yana en düşük seviyesine  geriledi ve dolar değer kaybetti. Avrupa borsalarındaki genel  eğilimi gösteren FTSEurofirst 300 Endeksi ise yüzde 4  civarında değer yitirdi. Bir tahvil bono yöneticisi, Bear Stearns’ün JPMorgan tarafından çok düşük bir fiyata alınacak olması, Carlyle’ın iflası piyasada batıkların devam edeceği endişesi oluşturuyor. Kapatma davası açılması da olumsuz  etkiledi; ancak, global piyasalar bu kadar kötü olmasaydı davanın etkisi daha sınırlı olabilirdi.” dedi.  

Türkiye’de ise piyasalar altüst oldu. İstanbul Menkul  Kıymetler Borsası güne yüzde 7’lik düşüşle başladı. İkinci seansta kayıplar daha da arttı ve bir ara Ulusal 100 Endeksi yüzde 9,22’lik değer kaybıyla 38 bin 638 puana kadar düşerek son 14 ayın en düşük seviyesine geriledi. Endeks yüzde  7,46’lık kayıpla (3 bin 176 puan) 39 bin 409 puana düştü. Dolar 1,2755 YTL’ye çıkarak 12 Eylül 2007’den bu yana en  yüksek düzeyi gördü. Dolar cuma günü 1,23 YTL’den kapanmıştı.  Aradaki 4 kuruşluk fark iş adamlarının borcunu katladı. Özel sektörün borcu yaklaşık 150 milyar dolar. Bu rakam cuma günü 184,5 milyar YTL’ye karşılık geliyordu. Ancak dün patronların borcu bir anda 190,5 milyar YTL’ye yükseldi. Euro da 2,0140  yeni lira ile Temmuz 2006’dan beri en yüksek seviyeye çıktı.
Tahvil ve bono piyasasında en çok işlem gören 7 Ekim 2009 vadeli tahvilin bileşik faizi yüzde 18,63 ile 21 Ağustos 2007’den bu yana en yüksek düzeye çıktı.  Altın ve petrol rekora doymuyor           Dolardaki düşüşün etkisiyle petrol fiyatları 111,80 dolarla  tarihî zirveye çıktı. Altın da 1030,80 dolara çıkarak rekor  tazeledi, ama günü 1002 dolardan kapattı. Uluslararası piyasada petrol 111 doların üzerine çıktıktan sonra kâr satışlarıyla 106 dolara kadar geriledi. 1.5904 ile rekor kıran Euro/dolar paritesi, kâr satışıyla 1,58’in altına geriledi.
                  BORSALAR ERİYOR (yüzde)
                  Türkiye – 7,4
                  Hong Kong – 5,2
                  Japonya – 3,7
                  Almanya – 4,18
                  Çin – 3,6
                  Brezilya – 3,19
                  Arjantin – 2,84
                  İngiltere – 3,86
                  Rusya – 2,9
                  Fransa – 3,51
                  ABD Dow Jones +0,18
                  Ekonomi Servisi 18 Mart 2008, Salı


Yaz Okulu – Kuzguncuk İlköğretim – Haziran 2008

28 Haziran, 2008

Dün sabah, sıcak güneşli bir Haziran gününde Kuzguncuk İlköğretim Okulu’na ders vermek için gittim.  Derste Hafta Sorumlusu Nilgün Güvenel’in dışında yaş ortalaması 8 olan 19 genç vardı.

Okul Kuzguncuk’un Boğazı gören bir tepesinde, 19. Yüzyılda Marko Paşa’nın Konağı olarak yapılmış.  “Sen git derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimine konu olan Marko Paşa.   Konumuz olan Çevre’yi,  ‘Zaman Tüneli içinde İstanbul’un Gelişimi’ olarak anlattıktan sonra, gençlere ” Sorgulamacı Yaklaşım” ile ilgili masallar  anlatıp, bitirdim.

Anlattığım masalların birkaçını burada yineliyorum.

Konuşma Özürlü ve Görme Özürlü Alıcı – (Özü, Alınacak Ders ; Her Olayı Kendi İçinde Değerlendirmek Gerekir)

Bir Eczaneye, konuşma özürlü bir kişi gelir ve kendi için bir diş fırçası ister.  Diş fırçasını nasıl ister gösterir misiniz?

(Dinleyenler genelde el ve parmakları ile diş fırçalama eylemi yaparlar.  Onaylayarak, konuşmayı sürdürürsünüz); Yaklaşık on dakika sonra elinde beyaz bastonu ile bir görme özürlü aynı eczaneye girer.  Bu kişi bir tarak istemektedir, nasıl ister?

Sahiden nasıl ister, siz yanıtlar mısınız?  (Doğru yanıt yazının en altında)

************

Engizisyon’da Yaşamı Seçebilmek– (Özü, Alınacak ders ; Çözüme giden yol tek değildir, başka yollar da vardır.)

Ortaçağ Avrupasında İspanyol Engizisyon Mahkemeleri din dışı gördükleri her kişiyi ölüme gönderiyorlar.  Bir kasabanın Mahkeme Başkanının da bir derdi var.   Mahallesinden bir delikanlı ile kendi kızı birbirlerine aşık olmuşlar.  Başkan bu işten hiç hoşnut değil.  Sonunda bir neden yaratıp, delikanlıyı mahkeme karşısına çıkartıyor. Savlama ve savunma sonunda karar veriyor; “Konuya ilahi adalet çözüm bulacak.   Delikanlı tutuklanacak, ertesi gün hakimlerin karşısında ‘ölüm’ veya ‘yaşam’ı kendi seçecek.  Yöntem olarak da, iki ayrı kağıt bir şapkanın içine konacak.  Kağıtlardan birinde ‘ölüm’ diğerinde ‘yaşam’ yazacak.  Zanlı kendi yazgısını seçeceği kağıtla belirleyecek.”

Gece şehir kalesinin bir burcuna hapsedilmiş olan delikanlı kara kara düşünürken, demir parmaklıklar arasından bir taş içeri düşüyor.  Taşı aldığında çevresinde de bir kağıt görüyör.   Taşı sevdiği atmış, kağıtta yazan ise; “Sevdiğim babamın konuşmasını duydum.  Seni mutlaka ortadan kaldırmaya niyetli.  Her iki kağıda da ‘ölüm’ yazacakmış.  Seni çok seviyorum, elveda.”

Ertesi gün mahkeme toplanıyor.  Başhakim’in önünde iki ayrı şapka konmuş.  Zanlıya durum tekralandıktan sonra, seçimi yapmaya çağrılıyor.  Zanlı yürüyor, seçimini yapıyor ve………..serbest olarak mahkemeden çıkıyor.

Hangi yöntem ve davranış onu oradan canlı çıkartır?  (Yanıtı en aşağıda)

Hindistan Racasının Kızı –  (Özü- Çözümde giden yolda birden fazla bakış açısı vardır)

YANITLAR

a. Özürlü Kişiler – İkinci gelen “bana bir tarak  verir misiniz?” der. O göremez, ama  konuşabilmektedir.

b. Engizisyon– Yanıt seçmekte değil, seçmemekte yatıyor.  İkisi ayrı duran şapkalardan birine yaklaşan zanlı, kağıdı alıp açmak yerine alıp yutuyor. Yuttuktan sonra, “Ben seçimimi yaptım,” diyor. “Kalan kağıdı siz okuyun.”

Ben bu öykü’yü anlattıktan sonra çözümü anlattım, tam anlamadılar. O sırada önümdeki bir öğrencinin elindeki ufak kağıt parçalarına gözüm ilişti.   İki kağıdı gösterip, “Bir tanesini böyle yutmuş” dedikten sonra kağıdı ağzıma atıverdim.    Ders sonunda  dışarda çocukları bekleyenler vardı.  6-7 yaşlarında olan bir öğrenci dedesini görünce, “Dedeeee, öğretmen kağıdı yuttu” diyerek ona yaklaştı.  İki saatlik anlatımda en akılda kalan davranış/ söylemim o olmuş.

c.

Derse katılan gençler ; Zeynep Bahar Bilgiç (7), Emir Çelebi (7), Deniz Özbaş(9), Efe Yağız (8), Deniz Ege (6), Bora Özkan (6), Sude Yusoğlu (5), Kardelen Ceren (7), Ecem Güler (7), Umut Saliçanyiğit (6), Selen Kazandır (7), Nurşen İşar (8), Yağmur Toplu (13), Zeynep Dalbay (11), Kader Yalçın (12), Oğuzhan Özçelik (12), Aleyna Özay (9), Uygar Karamel (6), Tiycan Işlak (11)


Yabancı Sözcük – CV (Türkçe “ceve”, İngilizce “sivi” okunur)

28 Haziran, 2008
(Son güncelleme 30 Ağustos 2008)

Google arama motorundan  ‘sv yazma’  diye bir arama benim bloguma yönlendirilmiş.  Önce anlayamadım, sonra bir yurttaşımın çevresinden duyduğu “sivi” sözcüğünün olsa olsa sv olarak yazılması gerektiğine karar verdiğini anladım.

Çoğumuzun tam anlamını bile bilmediği  CV kısaltmasını (açıklaması aşağıda)  günlük yaşamda “özgeçmiş” yerine kullanmaya  hakkı yok.  Türkçe konuşan herhangi birine “özgeçmiş” dendiği zaman  ne denmek istendiği anlaşılır. Tam olarak biçemi ve kullanımını bilmese de, duyan “geçmişin özü” gibi bir anlamı hemen bu sözcüğe yükleyebilir.

Sivi dendiği anda, duyan kişi ile iletişim kopma olasılığı var. Ya o kişi bu sözcüğü ilk kez duyuyorsa?  O kişiyi  yukarıdaki aramayı yapan kişinin durumuna düşürmeye kimin hakkı var? 

Lütfen, karşıdakilerin bizi anlayacağı  “özgeçmiş” sözcüğü varken “sivi” deyip durmayalım.

CV Sözcüğünün İngilizce Dilinde Anlamı ve Gelişmesi

İngilizce Dilinde CV yazılışı birden çok anlama gelir.  Bu anlamlardan biri enteresandır; Cv.  Bu iki harfin Latince ve de sayı olduğunu düşürseniz;  105 (yüzbeş)  anlamına gelen “sentum çinki” diye okumanız gerekir.

Türkiyede kulaktan dolma olarak kullanılan deyim ise, Latin kökenli iki sözcükten oluşur, ‘Curriculum Vitae’ (İngilizce ‘körrikûlum vitay’ olarak okunur). 

Cur·ric·u·lum  Latince ‘seçilen yol, seçilen ardarda gelen olaylar dizisi, yarış, koşu sahasında bir tur anlamlarına’ gelir.

Vitae (“vitay” okuyun)  Latince ‘yaşam, iş geçmişi, yaşam biçimi’ anlamlarına gelir.

İki sözcük birlikte ‘yaşam özgeçmişi’ anlamında ilk kez 1050 yıllarında ‘curriculum vitae’ olarak kullanılmıştır.  Yirminci yüzyılın hızlı yaşama temposu bu sözcüğü de kısaltma yoluna gitmiş ve CV (İngilizce sivi okunur) olarak söylenmeye başlamıştır.

İngilizce yayınlanan Merriam-Webster sitesinde aşağıdaki yazı bulunmaktadır;

Turkish  –  yaşam öyküsü, özgeçmiş  (autobiography, background, profile, resume).
 
http://www.websters-online-dictionary.org/definition/Curriculum+Vitae+

Webster’s İngilizce yayınında,  “bu sözcüğün Türkçesi vardır ve ‘Özgeçmiş’tir” derken, benim yurttaşım “SİVİ” deyip durursa biz buna ne diyelim?

Güncelleme- 20 Temmuz 2008

Sayın Okur, buraya kadar okudunuzsa ve de aklınıza “Benim özgeçmişime bir göz gezdirir mi?” düşüncesi gelmişse, severek göz gezdiririm. 

Özgeçmiş karşılıklı görüşmeye hiç benzemez.  Sizin özgeçmişiniz, onu değerledirecek kişinin beden dilini izleyip davranış ve söylemini ayarlama lüksüne sahip değildir.  Çok özel nitelikleri olması, her bir başvuru için ince ayarının ‘başvuru isteği doğrultusunda’ önceden yapılmış olması gerekir.

Konuyu kendi isminizi yazmadan bu yazıya yorum olarak yazın, özgeçmişinizi de (yine sizi somut tanımlayacak isim/ iletişim bilgileri xxxxx olarak veya başka bir deyişle)  ekleyin.  Örnek olay olarak irdeler, düşüncelerimi belirtirim.   Özel Not- Ben bu konuda, başka konuların yanında 1970li yıllardan beri eğitimli ve deneyimli olduğumu düşünüyorum.  Gültekin Orhon

(Güncelleme 28 Temmuz 2008)

Dün bir yurttaşımız  “cv hangi dil ne anlam”  diye arama motorunda tarama yapmış.  Dünya ve çevremiz yeterince karışık değil mi ki, bir de yabancı sözcükleri kendi elimiz ve dilimizle getirip ortamı biraz daha karıştırıyoruz.  

Bunu derken  Tevrat’ta ve dolayısıyla Kuran’da geçen bir olayı, Babil Kulesi’ni anımsadım.  İnsanlar Babil Kulesini yaptıklarında, kendi güç ve tekniklerine çok inanır ve güvenirler.  Tanrı onları gene değişik dillere ayırıp birbirleri ile didişmek üzere yeryüzüne salar.  Aynen bugünkü gökdelenler ve İngilizce’nin tek dil olması gibi.


Türkçe Kullanım Çabası

9 Haziran, 2008

Bu akşam internette dolanırken karşıma bir site çıktı.  Sayfa bilgisayar diliyle yazılmıştı, ben Türkçe okunan tümceleri aşağıya aldım.

——————-

Türkçe’mizi koruyanLar fan cLub..

PaPaTYaM

“Bye Bye Türkçe Welcome Turkche!” demeyelim ! 
Türkçe Turkcheleşmesin… 
Türkçe yazalım, Türkçe konuşalım. 
Çünkü Türkçe giderse; Türkiye gider… 
Bilindiği üzre artık herkes Türkçe dışındaki kelimeleri konuşuyor, yazıyor… 
Bu fan klubün amacı ise; Türkçe’yi düzgün kulanmaya davettir !!! 
Yabancı kelimeler kullanınca başınız göğe mi eriyor? 
Hayır tam tersine bizi, dilimizi ve memleketimizi batırıyorsunuz… 
Daha doğrusu batırıyoruz….”

—————

Bu biraz yazım hatası olsa da akıllı görünen sözleri söyleyenler ” Türkçe’mizi koruyanLar fan cLub” u kurmuşlar.

Ben kendim için konuşayım;  Belki de sözün bittiği yere vardım. 

“Bu duruma ne diyebilirim?” diye düşündüm…. ve ancak susabileceğime karar verdim.   ‘fan cLup’ üyelerine ve de hepimize ‘kolay gelsin’,  Türkçeyi kurtarmak nasıl okunacağı tam anlaşılamayan bir ‘fan cLup’ a  kaldı ise zor bir  yerdeyiz.

Gültekin Orhon